Doç.Dr. Ahmet Kavas

Stratejik Yorum No: 233

2005 yılını ekonomik bakımdan ABD, Japonya ve Almanya’nın ardından dördüncü büyük güç olarak tamamlayan Çin bu başarısıyla Fransa ve İngiltere’yi de geçmiş oldu. Bu inanılmaz yükseliş karşısında uzun yıllardır dünya ekonomisine hükmeden güçler büyük kaygı duymaya başladılar. Özellikle son yıllarda bütün gayretini Afrika ülkelerine yönlendiren Çin’in mevcut konumu yakın takibe alındı. ABD Kongresi 2005 yazı başında Çin’in Afrika üzerindeki nüfuzunu mercek altına alarak incelemek zorunda kaldı.

Dünyada dengelerin giderek saf değiştirdiği 2000’li yıllar şimdiden çok sıkıntılı bir geleceğin habercisi olmaya başladı. Çin ve hemen onu takip eden Hindistan kendi vatandaşları için ABD veya AB ülkeleri vatandaşlarının hayat seviyesini tutturma gayretlerini bu süratle devam ettirdikleri takdirde stratejistlerinin tahminlerine göre dünyanın enerji kaynaklarının üçte ikisine sahip olmaları gerekecek.

Avrupa’nın klasik sömürgecilik döneminin kapanıp yeni sömürgecilik düzeninin başlangıcı sayılan bağımsız devletlerin kurulduğu Afrika kıtası 20. nci yüzyılın ikinci yarısında tam bir cadı kazanına dönmüştü. Birbiri ardına sömürgeci devletler tarafından kendilerine bağımsızlıkları bahşedilen veya Cezayir, Etiyopya gibi ülkelerde olduğu gibi bir mücadele sonunda elde edilen müstakil devletlerde darbelerin ardı arkası kesilmedi. Bir taraftan İngiltere, Fransa, Portekiz, Belçika, İspanya ve İtalya gibi sömürgeci devletlerin tesirinden kurtulmaya çalışırlarken diğer taraftan Sovyetlerin baskın siyaseti karşısında yeni kurulan Afrika ülkeleri birer birer doğu blokuna yaklaştılar. İçlerinde sosyalizmi ve Marksist rejimi benimseyen ülkeler, direniş örgütleri türedi. 1990’lı yıllara kadar Avrupa sömürgeciliği karşısında geçmişin karanlık döneminden Sovyetlerin desteğiyle kurtulacaklarını zannettiler.

Sovyetler Birliği Afrika kıtası üzerinde o kadar güç gösterisine girdi ki bir taraftan Afrikalıları kendi evlerinde, diğer taraftan Moskova’da açtıkları ve adına bağımsız Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı olan Partice Lumumba’nın adını verdiler. Belçika sömürgeciliği karşısında bağımsızlık mücadelesi veren modern dönemin en önde gelen bu genç mücadele adamı bütün Afrika kıtasında bir sembol isim olmuştu. Onun adı Afrikalılar’ın kalbinde önemli bir yere sahipti. Üst üste yaşanan askeri darbelerin ardında hep Sovyetler’in parmağı vardı. Dünyanın iki süper gücünden birisi olan Sovyetlerin Afrika’ya o dönemdeki ilgisi bu insanlara acıdığından veya onları korumaya alması endişesinden kaynaklanmıyordu. Uluslararası alanda güçlü bir ekonomiye, siyasi desteğe ve bir kültür yayılmacılığına ihtiyacı vardı. Ne var ki, tam dört asır Afrika’dan elde ettikleriyle başta Rönesans olmak üzere yaşadıkları bütün değişimlerin etkisiyle dünya hakimiyetini tatmış olan Avrupa ülkeleri ve 19. ncu yüzyılın başında bu kervana katılan ABD’nin bu gelişme karşısında seyirci kalması mümkün değildi. Nitekim en fazla 30 sene süren Sovyetlerin özellikle Afrika macerası başta olmak üzere Latin Amerika ve Hint alt kıtasındaki girişimleri bizzat kendi hayatına mal oldu ve tarih sahnesinden silindi. Çünkü bu coğrafyaları iliğine kadar sömürmüş olan Avrupa kıtası ile onun yeni neslini oluşturan ABD Afrika kıtasına göz koyanın canına kast edecek kadar hırslı idiler.

İşte bütün bu tecrübeler ışığında şimdi Afrika’ya göz diken yeni bir süper güç olma yolunda ilerleyen Çin’in hamlelerine şahit oluyoruz. 2005 yılını %10’a yakın bir ekonomik büyüme hızına ulaşarak kapatmakla kalmamış aynı zamanda Japonya’nın önünde 875 milyar dolarlık döviz rezerviyle birinci sıraya yükselmiş bulunuyor.

53 bağımsız Afrika ülkesinin 46’sıyla diplomatik temsilcilik kuran Çin geçen yıllarda Tayvan’ın bağımsızlığını tanıyan 9 Afrika ülkesiyle kestiği ilişkilerini 2000’li yılların başında yeniden kurdu. Mesela Tayvan’ın bağımsızlığını tanıyan Fas Krallığı’na karşı Batı Sahra’nın bağımsızlığını tanıyarak cevap verirken bugün her iki ülke ortak karara vardılar ve Fas Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu kabul ederken, Çin de Batı Sahra’nın Fas’ın idaresinde olmasına rıza göstermektedir.

AB ülkeleri ve ABD’nin son yıllarda soğuk davrandığı ülkelerle yakın ilişki kurmakta bir sakınca görmeyen Çin kıtayı üç taraftan kuşatma altına aldı. Sudan’a karşı bütün uluslararası örgütlerin ve güçlü devletlerin tavır aldığı bir dönemde Çin elini uzattı ve bugün ihtiyacı olan petrolün %30’ununu temin ettiği Afrika ülkeleri arasında birinci sırayı bu ülke almaktadır. 1990’lı yılların sonunda Eritre ile Etiyopya arasında çıkan savaştan sonra bölgeden kaçan Anglosakson kimlik yatırımcıların yerini Çinli yatırımcılar aldı. Etiyopya’nın başkenti Addis Abeba’ya yerleşen Çinli yatırımcılar ilaç sanayinden altyapı ve diğer sktörşere el attılar. Yine 2002 yılında beyazlara ait çiftliklere el koyarak ciddi bir toprak reformuna girişen Zimbabve’nin çeyrek asırlık lideri Robert Mugabe’ye destek vermekte gecikmedi. Öyleki Avrupalılar bu ülkeden kaçarken onların yerini yüz küsur Çinli iş adamı ve binlerce Çinli işçi aldı. Ülkenin madenlerinden enerji kaynaklarına kadar, bozulan yollarını tamirden cep telefonu ağına varana kadar her alanda Çin damgası dört sene sonunda kendini gösterdi. Uzun yıllar savaşın yaşandığı ve ülke hazinesi adına hbir birikimin kalmadığı Ortaafrika Cumhuriyeti yine Çin’in yakından ilgi duyduğu en önemli ülkeler arasına girdi. Öyle ki IMF ve Dünya Bankası’nın kesinlikle yasakladığı herhangi bir ülkenin geleceğini ipotek altına alacak borçlandırma girişimi bizzat Çin tarafından pek çok Afrika ülkesi gibi Ortaafrika’da da uygulanmaya konuldu. Ülkede petrol bulabilirse işletme hakkını elde edebilmek için şimdiden bu alanda yatırım yapmaya başladı. Son aylarda Çad’da çıkan isyanın temelinde bu ülkede tespit edilen zengin petrol yataklarının bulunduğu artık herkesçe bilinmektedir. Önemli olan bu kaynakları ABD mi, yoksa buranın eski sömürgecisi olan Fransa mı işletecek. Çin burada da devreye girerek Sudan’daki bir işletmesinde çalışırken Çad’daki muhalif gruplardan birinin başına geçen kişiye yaptığı yardımlar netice vermiş ve isyancılar başkent N’Jamena’nın kapılarına kadar dayanmıştı.

Henüz Orta Afrika ve Batı Afrika bölgesinde birinci derecede yatırımlara ve ticaret hacmine sahip olan Fransa bu konumunu şimdilik muhafaza ederken Çin ABD ve İngiltere’nin buradaki gücünü solladı ve ikinci sıraya ulaştı. Nijerya dünyada petrol ihraç eden ülkelerin dokuzuncusu, Afrika kıtasında birinci ülke konumunda olup son yıllarda Çin bu ülkeye büyük yatırımlar yaptı. Eski bir petrol rafinerisinin yenilenmesi projesine milyarlarca dolar ayırırken bu ülkedeki başka bir petrol rafinerisine iki milyar dolar vererek %45 oranında hisselerine ortak oldu.

Mozambik’te, Fas’ta, Kenya’da, Tanzanya’da Gabon’da Ekvator Ginesi’nde, Seyşel Adaları devletinde, Yeşil Burun ada devletinde, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde, Senegal’de, Mali’de, Namibya’da, Angola’da ve Moritanya’da petrolden ziraata, orman işletmeciliğinden altyapı yatırımlarına varana kadar pek çok alana el atan Çin bu Afrika ülkeleiryle kurduğu ilişkilerinde hep kazanan taraf olmaya devam ediyor.

1996 yılında Çin devletbaşkanı Jiang Zemin’in yaptığı Afrika seyahatinden sonra bu sene 2006 yılı Nisan ayında yeni devletbaşkanı Hu Jintao ABD ve Suudi Arabistan’a yaptığı seyahatlerin ardından Fas, Nijerya ve Kenya’yı ziyaret ederek pek çok alanda ikili anlaşmalara imza attı. 2006 yılı başında ise Çin Dışişleri Bakanı Yeşil Burun, Senegal, Mali, Libya gibi ülkeleri dolaşarak Çin’in Afrika açılımını genişletmek için ikili görüşmelerde bulunmuştu.

Bütün bu gelişmeler geçmişte Sovyetler’in Avrupa ülkeleri ve ABD karşısında yaşadığı hızlı trendi tutturabilir mi, kalıcı olabilir mi? Elbetteki bunları ilerleyen yıllar gösterecek, ancak Afrika’ya bu kadar bağlı Batı dünyası Çin’in bu dolu dizgin ve yerine göre kural tanımaz ilerlemesine dur demezse kendi geleceğini de tehlikeye attığını gayet rahat görebilecek imkanlara sahip konumda bulunuyor. Çinliler Ortasya’da tarihin eski dönemlerinde Türk saldırılarını durdurabilmek için üç bin kilometrelik duvarı örmüşlerdi. Bakalım Afrika’da kim kime karşı duvar örecek. Afrikalılara Sovyetler örneğinde olduğu gibi büyük umutlarla yakalaşan Çin mi, kıtayı avuçlarının içi gibi tanıyan ve her imkanından sadece kendi adlarına sonuna kadar yararlanan ABD ve Avrupalı müttefikleri mi?